BoJack Horseman
Sosyal medyanın ve reklamın bir ton farklı çeşidi sağ olsun, çoğu eser daha elimize geçmeden onlar hakkında fazlasıyla bilgiye sahip oluyoruz. Yeni yapımların sayısının her mecrada katlanarak büyüdüğü bu zamanlarda reklam artık neredeyse bir zorunluluk, ama takdir edersiniz ki reklamın da fazlası bazen ters tepiyor; bazı yapımlar kozlarını çok erken yere düşüyor. Örneğin Suicide Squad filmi beni hala korkunç derecede heyecanlandırıyor, fakat Batman’in filmde yer alacağını bu kadar önceden öğrenmeseydik de sinema salonunda bir sürpriz yaşasaydık diye de iç geçirmiyor değilim.
Hatta bu yüzden sahip olduğu tüm oyuncu kadrosunu önümüze sermeyip bizi ekran başında şaşırtan Se7en veya Interstellar gibi filmlerin de bende ayrı bir yeri var. Tabii ki “Şimdi ne izlesem?” diye düşünürken kafanızda bir iki fikir olmasının çok da zararı yok, ama ben bazen içgüdülerime güveniyorum ve izlemeden bile iyi kötü bildiğim klasikleri, hasılat rekortmenlerini falan bir kenara bırakıp yeni bir şey deniyorum. Kendisini internetteki yorumlardan, incelemelerden, fragmanlardan önce kendisinin anlatmasına izin veriyorum eserin. İsterseniz buyrun, ben konuşmadan önce siz de böyle bir deneyin diziyi. Bugün risk alacak havanızda değilseniz de yaslanın arkanıza, size biraz BoJack Horseman’den bahsedeyim.
Hikaye bir Hollywood öyküsü, anlatacaklarını kameraların, habercilerin ve partilerin hareketli dünyasıyla anlatıyor, başrolünde ise BoJack var. Kendisi 90’larda yaptığı aile sitcom’undan beri bir başarı yaşayamamış, karamsar, suratsız ve artık ellinci yaşını doldurmuş bir at. Evet at, çünkü BoJack’in dünyasında hayvanlar tıpkı insanlar gibi yaşıyorlar. “Haa, bu dizinin de olayı buymuş” diye düşünmeyin sakın, yaratıcı ekip zorlama noktalardan genelde kaçınmış, hayvanların basabayağı hayvan olduğu durumlar nadiren rolü çalıyor. Zaten hikaye sağ olsun, bu durumu yadırgamayı kısa sürede bırakıyorsunuz. Çizimler de karakter tasarımları da tabiri caizse gayet sevimli duruyor.
Klişe bir deyim ama kendime engel olmayacağım: Seslendirme tam bir yıldızlar geçidi. Arrested Development’ın yıldızı Will Arnett sağ olsun başrolde birçok dizide göremeyeceğiniz gerçeklikte bir karaktere sahibiz. Karakteri sempatik bulduğunuz anlarda da, ona sinirlendiğiniz zamanlarda da Arnett’in sesi bunda büyük bir paya sahip oluyor. BoJack’in biyografisini kitaplaştıracak yazar Diane rolünde Community’den tanıyacağınız güzeller güzeli Alison Brie var. Kiraya ortak olmadan BoJack’in kanepesinde yaşayan Todd’u ise Breaking Bad severlerin muhtemelen çok sevdiği Aaron Paul seslendiriyor. Komedyen Paul F. Tompkins BoJack’in içten içe rakip saydığı arkadaşı, Amy Sedaris ise onun menajeri rolünde. Benim gibi konuk oyuncu görünce (veya duyunca) heyecanlanan biriyseniz Ricky Gervais, Daniel Radcliffe, Paul McCartney ve daha birçok sürpriz ismin de dizide yer aldığını not düşeyim.
Ben ilk bölümün başına oturduğumda tüm bunlardan bihaber bir halde, sığ olmayan bir komedi arayışındaydım sadece. Şanslıymışım, çünkü dizi komediyi bir araç olarak kullanıyor. Güldürmeyi elbette amaçlıyor ve başarıyor ama hikayenin ve karakterlerin önüne mizah hiçbir zaman geçmiyor. Komediyi bilen ama komedi yerine dram yapan yazarların eseri bu; dizi ciddi sahnelerde bile kendini izletmeyi eğlenceli kılıyor. BoJack Horseman The Simpsons ve South Park gibi çağdaşlarının aksine doğrusal bir olay örgüsü kullanıyor; her bölüm bir öncekine bağlı, her bölüm BoJack’in yaptıkları er ya da geç başına bir iş açıyor. Bunun üstüne Netflix’in yayın politikası da gelince ortaya ayakları üzerinde duran bir hikaye çıkıyor. Seri yayın hayatına kaç sezon daha devam eder bilmiyorum ama geçmiş olayların anlamını kaybettiği veya asıl karakterlerin odaktan çıktığı bir noktaya gelmek istemediklerini serinin fikir babası Waksberg açıkça belirtiyor.
Çok ilginç bir kurgusu falan yok dizinin, yanlış anlaşılmasın. Beni her bölümünde gayet güzel güldürdüyse de komedi arayan birine ilk tavsiyem de bu dizi olmaz. Eh, Alison Brie’nin gül yüzünü bile göremiyorsak ben niye bu dizinin hayranı oldum peki? Henüz izlemeyenler için belki iddialı duracak olsa da BoJack Horseman sadece animasyonlara kıyasla değil, televizyondaki birçok yapımdan daha ciddi bir tutumla ve karamsar denebilecek bir gerçekçilikle eğiliyor insan ilişkilerinin üzerine.
Serinin yaratıcısı televizyondaki birçok şovun mutsuzluk konusunda dürüst davranmadığını düşünüyor ve içten bir hikaye anlatmaya çalışıyor, izleyicilere açık sözlü bir kesit sunuyor hayattan. Tüm curcunanın içinde oturaklı ve empati kurulabilir tablolar çiziyor. Boğazımı düğümleyen diyaloglar hatta sessizlikler izlettirdi bana BoJack Horseman. İlginç bir şekilde milleti güldürsün diye konulmuştur dediğim karakterler bana birçok şey düşündürdüler, kendimi dizideki karakterlerin yerine koyarken buldum pek çok sefer.
“Bir izleyelim bakalım nasıl bir şeymiş” diyorsanız dizinin kendini göstermesi için birkaç bölümlük şans tanıyın, bakarsınız üçüncü sezonu bekliyor olursunuz benim gibi. Tüm bu anlattıklarımdan sonra hala kararsızlık içindeyseniz de oturun dizinin jeneriğini izleyin, The Black Keys’den Patrick Carney’in bestesiyle açılış sekansı adeta dizinin atmosferinin bir dakikaya sıkıştırılmış hali.