FX’in kara mizah yüklü suç dizisi Fargo ikinci sezonuna başladı ve hatta dört bölümü arkasında bıraktı. Dizi hakkında bir şeyler karalamak için bir bölüm daha bekleyecektim ama olmadı, bekleyemedim, başlıkta da yalan söyledim. Belki bir şeyler konuşmak için yine erkendir, ilerleyen bölümleri izleyip resmin bütününe tekrardan bakarız ama şimdilik kuzeyde işlerin yolunda gittiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Yazı spoilersız olmalı, ama n’olur n’olmaz, dördüncü bölümü de izleyip öyle gelin siz.

fargo-1

Öncelikle yeni bir Lorne Malvo beklemiyoruz, ne onun ne de Martin Freeman’ın Lester’ının önemine sahip bir karakter artık dizide yok ama dizi başrol eksikliği yaşamadan birbirinden ilgi çekici karakterleriyle gayet yürüyor. Casting tercihleri mi, kadronun performansı mı öne çıkmış bilemedim ama herkes rolüne oturmuş duruyor, yerini yadırgadığınız birisi olmuyor. Kirsten Dunst’ın, Jesse Plemons’un aldığı kilolar yaramış hep. Geçen sezon olduğu gibi Fargo yine karakterler bakımından eli sıkı davranmıyor, daha önemlisi ise hikayelere de yansıyan bu bolluğu idare etmede bir hayli de becerikli davranıyor.

Dizinin kendilerini göstermeleri için oyunculara irili ufaklı fırsatlar tanıdığını görebiliyorsunuz; bir bölüm Dodd, bir bölüm Lou, sonra Hanzee derken her karakterin bir nevi kendi hikayesinin baş rolü olduğunu hissediyorsunuz; arka plandayken bile çoğu karakterin boş bırakılmaması dizinin ayaklarının yere sağlam basmasını sağlıyor. Ekran süresi kısıtlı olan karakterler bile detaylı olmasa da özgün, orijinal duruyor; Yargıç Mundt bunun en güzel örneği. Sonraki bölüme bile kim ölür kim kalır bilinmez ama bu dört bölümün yıldızı Mike Milligan bana göre. Umarım favori prog rock grubumu daha uzun süre ekranda görürüz.

fargo-2

Billy Bob Thornton’ın oyunculuğunu bir kenara koyarsak bana Fargo’nun ilk sezonunu tek solukta izleten yegane sebep dizinin temposuydu. Fargo sizi ilk bölümden bir hız trenine oturtuyor; hızlanan, yavaşlayan fakat asla durmayan bir akıcılıkla anlatıyordu kendisini. Ekrana ne zaman baksanız ilginç bir şeyler oluyordu ve tüm bu hareketliliğin hiçbir anı yapay durmuyordu, dizi Malvo gibi bir karakteri bile rahatlıkla satıyordu izleyiciye. İsmini aldığı filmin mirasını hakkıyla kazanmış, sıradan insanların hayatlarını anlatırken dramı da kara mizahı da aksiyonu da dört dörtlük sunmuştu. İkinci sezonda yeni bir içerikle bu saydığım özelliklerin tekrarını izlesem bana yeterdi, ve şimdilik Fargo benim beklentilerimi bir bir karşılıyor.

Dizide memnun olmadığım noktalar da var, var ama kısa zamanda onların da ortadan kalkacağına inanıyorum. Mesela Peggy ve Ed’in sahneleri tempoyu düşürdüğü, tüm olan bitenlerden biraz uzakta kaldığı için beni biraz sıkıyor, ama tüm kargaşanın içine sürüklenecekleri anın hemen kapıda olduğunu bildiğimden (Bakın tahmin ediyorum demedim, burası Fargo!) durumdan çok şikayetçi değilim. Hele dördüncü bölümü izlerken yaşadığım gerilimin haddi hesabı yok; her bir olay örgüsü artık güvenli olarak anlatacaklarını anlattı, tahminimce haftaya görürüz bizi nasıl bir kargaşa beklediğini. Şimdilik kafamı kurcalayan tek nokta yazar Noah Hawley’in ilk bölümden kurmaya başladığı uzaylı senaryosu. Bu yan hikaye dizinin her yönünden çok bağımsız dursa da adam ser verip sır vermiyor, bekleyin diyor, ben de yorumlarımı bu sefer sonraya saklıyorum.

fargo-3

Uzun lafın kısası Fargo sağlam adımlar atıyor. Bir antoloji olarak karakter ve hikaye değişikliklerini, hatta otuz sene geriye sıçramayı güzel atlatmış.True Detective’le kıyas yapmak istemiyorum ama Fargo temkinli oynamış; elindekileri sıfırlamadan, işleyen formülünü tekrar uygulamaktan çekinmeden yine buram buram Fargo kokan bir sezon çekiyorlar, biz de hayranlıkla izliyoruz.

P.S.: Yeni sezonun ilkinden ilerde götürdüğü bir şey arıyorsanız, o da galiba müzikleri. Farklı kültürler ve türlerden melodiler çok uyumlu oturmuş dizinin değişken havasına. Merak edenlere dizinin müziklerinde sorumlu ismi Jeff Russo’nun daha iki gün önce yaptığı soru cevap etkinliğinin linkini de şöyle bırakayım.